25 Kasım 2011 Cuma

5651 Sayılı Kanunla Engellenen Gerçekten Erişim mi Yoksa İletişim mi?

Internet, kolay, ucuz ve hızlı bir şekilde bilgiye erişim imkanı veren sosyal, kültürel, ticari ve aynı zamanda eğitici bir iletişim sistemidir. Geleneksel iletişim yöntemleriyle benzeşen yönleri olmakla birlikte, küresel niteliği dikkate alındığında merkezi bir noktadan ve belirli bir kesim tarafından tek başına yönetilebilmesinin mümkün olmadığı da son derece açıktır.

Internetin altyapısını teşkil eden bilgi ve iletişim teknolojileri bir yandan bilgiye erişim, haberleşme özgürlüğü ve ifade özgürlüğü gibi temel insan hak ve özgürlüklerinin kullanımını kolaylaştırırken, diğer yandan da özel yaşama saygı ve haberleşmenin gizliliği gibi hak ve değerlerin zarar görmesine neden olabilmektedir. Devletlerin kültürel, siyasal ve dinsel politikalarını Internet’e de uygulama eğiliminde olmaları birtakım içerik türlerinin “hukuka aykırı” veya “zararlı” olarak tanımlanmasını ve dolayısıyla da çeşitli düzenlemelere tabi kılınmasını gündeme getirmiştir. Devletlerin ekonomik ve teknolojik anlamda gelişmişlik düzeyleri, hukuka saygıları ve bilgi toplumuna hazır olma düzeyleri ekseninde şekillenen bu düzenlemeler, “erişimin mi yoksa iletişimin ve dolayısıyla ifade özgürlüğünün mü” engellendiği sorusuna ışık tutacaktır.

Ana kural ifade özgürlüğünün korunması olmakla birlikte söz konusu bu hak mutlak nitelikte değildir ve uluslararası hukukta kabul gören genel prensip gereği, “müdahalenin kanuni dayanağının olup olmadığı (kanunilik), müdahale amacının meşru olup olmadığı (meşruluk), ve müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı (gereklilik)” kriterleri paralelinde sınırlandırılabilmektedir. 1982 Anayasası da bu hususta oldukça kapsamlı bir koruma sağlamaktadır. Anayasa’nın 13. maddesi, temel haklar ve özgürlüklerin Anayasa’nın ilgili maddelerinde bahsedilen gerekçelerle, onların özünü ihlâl etmeden ve sadece kanunla sınırlandırılabileceği hükmüne yer vermiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarıyla da geliştirilen bu sınırlamaların Anayasa’ya aykırı olması söz konusu olamayacağı gibi demokratik toplum düzenine ve orantılılık ilkesine de aykırı olamayacağına kuşku yoktur.

Kanunilik prensibi gereği, ifade özgürlüğüne herhangi bir sınırlama ancak kanunla yapılabilir. Bu çerçevede ilgili sınırlamanın erişilebilir olması, nedenleri ve amaçlarına dair kişilerin bilgilendirilmesi ve sonuçlarının neler olduğunun kişiler tarafından öngörülebilir kılınması gerekir. Bu bakımdan toplumdaki her kesimin bilgilendirilmesi ve mahkemeler tarafından verilen engelleme kararlarının ve gerekçelerinin ulaşılabilir olması büyük önem arz eder. 5651 Sayılı Kanun, her ne kadar ilk bakışta bu prensibe uygun gözükse de bilgilendirme ve öngörülebilirlik koşulunun ne kadar yerine getirildiği/getirilebileceği şaibelidir.

Meşruluk prensibi uyarınca bir sınırlandırmanın yasal dayanağı olsa bile ulusal güvenlik, kamu güvenliği, suçun önlenmesi, gizliliğin korunması gibi üstün nitelikte amaçlardan birinin varlığı aranmaktadır. 5651 Sayılı Kanun, Internetteki uyuşturucu ve uyarıcı madde alışkanlığı, intihara yönlendirme, cinsel istismar ve kumar olarak örneklendirilebilecek hukuka aykırı ve zararlı içerikten çocukları korumak amacını taşımakla birlikte, çocukların ve ailenin korunması meselesinin hem yasakçı zihniyetin temel meşruluk kaynağı hem de ifade özgürlüğüne yönelik süregelen tartışmaların yumuşak karnı olduğu da ortadadır.

Ölçülülük prensibi ise temel hakları sınırlandıracak işlemlerin meşru amacın gerçekleşmesine elverişli olmasını ve söz konusu amacın, sınırlandırmanın haricindeki bir yöntemle elde edilememesini gerektirir. Bu çerçevede sınırlandırmanın minimum düzeyde tutulması gerekmekte ve hedeflenen meşru amaç ile yapılan müdahale arasında bir dengenin bulunması aranmaktadır. Diğer bir ifadeyle ölçülülük ilkesi, “yasal düzenlemede sınırlama aracının, sınırlama amacına elverişli olmasını, sınırlama aracıyla amacı arasındaki oranın ölçüsüz olmamasını” ifade etmektedir. 5651 Sayılı Kanunla getirilen sınırlamalar çocukların korunması amacını oldukça aşarak hukuka aykırı olmayan içeriğe yetişkinlerin erişimini de yasakladığından, ölçülülük prensibinin koşullarının gerçekleştiğinden de bahsetmek mümkün değildir.

Sonuç olarak, bu prensiplere ve dolayısıyla da Anayasa ve uluslararası ilkelere aykırılık teşkil eden bir yasanın uygulanması mümkün olamaz. Kaldı ki, erişimi engellemeye yönelik yöntem ve teknikler geliştirildikçe, söz konusu yöntem ve teknikleri etkisiz kılan teknolojiler de aynı şekilde geliştirilmektedir. Dolayısıyla, erişimin engellenmesinin, 5651 Sayılı Kanun tarafından hedeflenen amacın gerçekleştirilmesi bakımından ne kadar uygun olduğu büyük bir soru işaretidir. Internet politikaları, “ifade özgürlüğüne ve yetişkinlerin her türlü Internet içeriğine erişim ve tüketim haklarına saygı temelinde” şeffaf, açık ve çoğulcu bir yöntemle geliştirilmeli ve demokrasinin gereklerine uygun olmalıdır. Aksi takdirde, özgülendiği amacı bile yerine getiremeyen bir kanun, hedef kitlesinin haricindeki kişilerin haklarını hukuki temelden yoksun bir şekilde gereksiz yere ve aşırı derecede sınırlandırmanın ötesine geçemez.

Burcu Özsevinç


KAYNAKÇA

1. Türkiyede Internet Sitelerinin Erişiminin Engellenmesi Konusunda Farklı Hukuk Disiplinleri Açısından Değerlendirmeler: Murat Volkan Dülger / Yasin Beceni, Mart 2011, Yayın No: TÜSİAD-T/2011,03;512
http://www.tusiad.org/__rsc/shared/file/InternetErisimi-rapor.pdf

2. Internet: Girilmesi Tehlikeli ve Yasaktır, Türkiye’de Internet İçerik Düzenlemesi ve Sansüre İlişkin Eleştirel Bir Değerlendirme: Yaman Akdeniz / Kerem Altıparmak , Kasım 2008
http://www.cyber-rights.org/reports/internet_yasak_siyah.pdf

3. Anayasa Mahkemesi Kararı: E. 2001/309, K. 2002/91, T. 15.10.2002

Hiç yorum yok: